Lars Von Trier’in “Dalgaları Aşmak” filmi, “dogme 95” hareketinin esintilerini taşıyan bir yapım... Von Trier’in önemli temsilcilerinden biri olduğu “dogme 95” hareketi, dürüst bir gerçekçiliği yakalayabilmek için tripot kulanımından, sonradan eklenen sesler ve müzikten (non-diegetic), abartılı oyunculuktan, mekânın orjinal yapısına müdahale edilmesinden kaçınan bir film dilini hedefler. “Dalgaları Aşmak”ta bu özelliklerin birçoğunu görmemize karşın, film yine de tamamen “dogme 95”e sadıktır diyemeyiz. Özellikle filmi bölümlere ayıran karelerin sabit, kartpostalvari görselliği ve beraberindeki dış müzik, filme hâkim olan doğal ve gerçekçi olan atmosferi kesintiye uğratır.
Filmin en başarılı yönlerinin, hareketli kamera kullanımı ve Emily Watson’ın Bess rolündeki performansı olduğu söylenebilir. Kameranın sıklıkla Bess’in yüzünde olması, onun dengesiz ve gitgelli diyebileceğimiz mimiklerini inceden inceye araştırması filmin içine girebilmemizdeki en büyük etkenlerden biri... Nasıl ki Dreyer’in kamerası “Passion of Joan of Arc”ta (Joan of Arc’ın Tutkusu) Jean’ın yüzünden ayrılmıyor, onun inançla ötelerde bir yere bakan gözlerine kilitleniyorsak, burada da kamera aracılığıyla, kimi zaman Bess’in yarı muzip yarı korkmuş, bazen de tanrısının dedikleri ve Jan’ın hasta yatağından talep ettiği şeyler arasındaki kararsız mimiklerine kilitleniyoruz.
Hikâyeden kısaca bahsetmek gerekirse, Bess, İskoçya’nın kuzeyinde yaşayan, son derece içine kapanık bir hristiyan cemaatine mensup duygusal açıdan aşırı hassas genç bir kızdır. Cemaatin de onaylamasıyla Jan isimli Danimarkalı bir rafineri işçisiyle evlenir. Ancak Jan, evlendikten kısa bir müddet sonra işine geri dönmek zorundadır. Bess için Jan’ın uzakta olması katlanılacak gibi değildir. Sıklıkla kiliseye gidip Tanrı’yla “konuşur”; bu sırada sesini kalınlaştırarak bir yandan zihnindeki Tanrı’nın sesini taklit eder, bir yandan da ona istediklerini söyleyerek iyi bir kız olacağına yeminler eder. Bu konuşmalardan birinde Tanrı’ya, ne pahasına olursa olsun Jan’ın eve dönmesini istediğini söyler. Kısa bir müddet sonra Jan rafineride ciddi bir kaza geçirir ve boyundan aşağısı felçli halde kasabaya, Bess’in yanına temelli döner. Bess her şeyin kendi suçu olduğunu düşünür. Jan ise Bess’i genç yaşta neredeyse dul bıraktığı için kendini kötü hisseder ve ona başka erkeklerle birlikte olmasını önerir. Jan inançsız ve ahlaken savruk biri olduğu için, bunun Bess için en iyisi olduğunu düşünür. Bess bu öneriyi reddedince, Jan, aslında bu isteğinin kendisi için olduğunu, Bess’in öteki birliktelerini kendisine anlattığı zaman, hasta yatağında hayat bulacağını söyler. Bess, ilk önce bu öneriye soğuk baksa da, Jan onun bütün hayatı olduğu için bir kere dener ve bunun gerçekten de Jan’ı iyileştirdiğini düşünür. Filmin sonunda Bess, fahişe olarak gittiği bir gemide ağır şekilde bıçaklanarak ölürken, Jan beklenmedik biçimde iyileşir!
Hikâyenin en ilginç noktalarından biri “inanç” veya “maneviyat” (spirituality) meselelerine bakışının kendi içinde muğlak ve hatta çelişkili olması... Başlangıçta cemaatin tavrı aracılığı ile gayet sert bir itikadi tablo ile karşılaşırız. Bess’in Tanrı rolünü takınarak kendi kendisini sorguya çekmesi bir yandan inançlı olduğunu gösterirken, öte yandan komik, hatta biraz ürkütücüdür. Cemaatin papazı da Bess’i inancı kavi biri olarak niteler. Ancak Bess’in inancı Jan’la evliliğine kadardır. Evlilikten sonra, Tanrı’ya olan inancı kimi zaman Jan’a aktarılır; bir süre sonra Bess için Tanrı, Jan’la ilgili bir şey dilemek için “basit bir aracıya” dönüşür veya Tanrı ve Jan (ki aslında Jan, evlilikle birlikte gelen dünyevi arzu ve zevk demektir) birleşir ve Jan için yapılabilecek herşey aslında Bess’in gözünde, Tanrı için yapılmış olur. Bess bir kere öteki erkeklerle birlikte olmanın gerçekten Jan’ı iyileştirdiğine inandıktan sonra en tehlikeli adamların bile yanına gitmeyi göze alır. Burada Hristiyanlıkta çok önemli bir kavram olan “fedakârlık/ kendini kurban etme” (sacrifice) karşımıza çıkar. Bess için, Jan’ın yaşaması uğruna kendini (bedenini) feda etmesi son derece kutsaldır. Bir sahnede Bess uygunsuz bir halde kiliseye girer ve oradakilere “Bir ismi sevemezsiniz, ancak bir insanı sevebilirsiniz” der.
Artık, imanı sadece Jan’a yönelmiştir.
Filmin finali ise genelindeki realist atmosferle son derece çelişir. Jan iyileşir ve Bess’in cansız bedenini alır (çünkü cemaat, cenaze töreni sırasında hayat kadınlığı yaptığı için Bess’i lanetleyecektir). Rafierinin gemisiyle okyanusa açılırlar. Daha sonra Bess’i gemiden okyanusa bırakırlar. Ertesi sabah etrafta çan sesleri vardır. Jan ve arkadaşları gökyüzünde (bulutlarında üzerinde) mucizevî biçimde asılı duran bir çift çana bakıp kalırlar.
Bu çanlar, finale bir yandan manevi bir ton verir aslında... Ancak bu maneviyat Hristiyanlığın geleneksel çerçevesine oturtulabilecek gibi değildir. Kutsanan, Bess’in dalgaların arasında özgürlüğüne kavuşması ve Jan’ı yaşatmak için kendini feda etme erdemine sahip olmasıdır. Başka türlü bir okumayla, belki de, film bize kutsal olanın geleneksel din olmadığını, aksine bir “insan”a duyulan iman olduğunu, Bess’in Jan’a olan sınırsız tutkusunun kutsalın ta kendisi olduğunu ilan eder.
Kısaca, “Dalgaları Aşmak”, şiirsel ve tinsel olmakla birlikte, tinselliği/maneviyatı geleneksel bir sisteme yerleştirmekten uzak durmaya çalışan, muğlak itikadi göndermelerle dolu bir film.
edit post
1 Response to 'DALGALARI AŞMAK - LARS VON TRIER, 1996'
  1. nily
    http://poorhobbit.blogspot.com/2010/01/dalgalari-asmak-lars-von-trier-1996.html?showComment=1435733361394#c5562910934959380239'> 30 Haziran 2015 23:49

    Filmi izledikten sonra kafamda oluşan boşluklar yazınızı okuduktan sonra tamamlandı. Elinize sağlık :)

     

Yorum Gönder